Renklerin serüveni I: Mavi

Mavi renk kartelasına, kendi adını taşıyan bir renk hediye eden ressam Yves Klein.

(TEMPO TRAVEL) Kleopatra gözlerini neden maviye boyuyordu? Meryem Ana niçin hep mavi içinde tasvir ediliyordu? Buzdağları gerçekten de mavi mi? Doğada bir azınlık olan mavi rengin hikâyesi, ezberlerin üzerini çiziyor.

Bugün, tarihöncesi çağlardan kalma bir mağara resmine bakarken mavi rengi göremeyiz. Neden? Henüz mavi boya üretilememişti de ondan… İnsanoğlu, gökyüzünden, denizden, okyanustan maviyi tanıyor, ama henüz onu üretemiyordu. Ta ki 6 bin yıl önce, bugünkü Afganistan sınırları içinde lacivert taşı (lapis lazuli) bulunana kadar.

Dünyada maviyi ilk kullanan medeniyet, Mısırlılar oldu. Lacivert taşıyla neler yapmadılar ki… Altınla kullanıp firavun mezarlarını süslediler. Tanrı figürleri ve muhteşem takılar yaptılar. Yetmedi; kraliçeleri Kleopatra’nın göz boyasına bile bu taşın tozundan kattılar. Fakat taş az bulunuyor, madencilik ise en ilkel, en yavaş dönemlerini yaşıyordu. Dolayısıyla lapis lazuliyi çıkartmak öyle külfetliydi ki, İÖ 2500 yılında Mısırlılar önlüklerini kuşandılar ve deneysel yöntemlerle dünyanın ilk yapay mavisini (Mısır mavisi) elde ettiler.

Aradan yüzyıllar geçse de Afganistan hâlâ çok önemli bir lapis lazuli kaynağı. Bu yarı değerli taş, Kandahar yakınlarındaki El Kaide eğitim kampında ele geçirilen “hazine”den de çıkmıştı (2001).
Teb’de bulunan antikçağdan kalma bir parça üzerinde, dünyanın ilk yapay mavisi, yani ünlü Mısır mavisi (İÖ 1350)
Antik Mısır’da kraliçe Kleopatra’nın göz boyasına lacivert taşı tozu katılıyordu.

Bu gerçek bir başarı hikâyesiydi: Başrolleri kalsiyum, bakır silikat, kil, kum ve bakırın paylaştığı formüllerin varyasyonları Mezopotamyalılar, Persler, Yunanlar ve Romalılar arasında yayıldı. Çinliler de boş durmadı; bakırı baryum, kurşun ve cıvayla karıştırıp “ölümcül” bir mavi elde ettiler. (Çin imparatorlarının yarıya yakını, bu boyanın toksik etkisi yüzünden zehirlendi!) 

Büyük Okyanus’un diğer yakasında ise Mayalar çivitotuyla yeni bir mavi yaratıyor; hatta Tanrılara kurban ettikleri insanları da Maya mavisine boyuyorlardı!

600-900 yılları arasında tarihlenen bu heykelde Maya mavisi görülüyor.
Çivitotundan maviyi ilk kez Mayalar elde etti. Günümüzde Laos’taki küçük Tai Lue köyünde bile bu yöntem kullanılıyor.

Söz, insan bedenini boyamaya gelmişken… Kleopatra’yı anmıştık. Cesur Yürek’te de William Wallace’ın (Mel Gibson) yüzüne sürdüğü mavi savaş boyalarını hatırlarsınız. İskoçlar o tarihte yüzlerini maviye boyamıyorlardı aslında, ama ataları olan Keltler vaktiyle Romalıları o mavi boyalı suratlarıyla korkutuyorlardı.

Tarihçi ve simge bilimci Michel Pastoureau de Mavi: Bir Rengin Tarihi kitabında, antik Roma’da mavinin barbarlarla bağdaştırıldığını yazıyor. Antik Yunan da farklı sayılmazdı. Bu iki medeniyette mavinin kullanımı öylesine azdı ki (bilindiği kadarıyla; maviyi niteleyen bir kelimeleri bile yoktu). 1800’lere gelindiğinde araştırmacılar onların mavi rengi gerçekten görüp göremediğini tartışıyordu (elbette ki görüyorlardı).

Keltler, Romalıları yüzlerini maviye boyarak korkutuyordu. Cesur Yürek’te -tarih tutmasa da- bu gelenek hatırlatılıyordu.
Michel Pastoureau’nun Mavi: Bir Rengin Tarihi kitabı, Türkçe olarak da yayımlandı. Mavi renk, bu kitabın kapağında da görülen Meryem Ana ile beraber barış, erdem ve otoritenin sembolüne dönüştü.

Peki, nasıl oldu da barbarlarla bağdaştırılan bir renk sınıf atlayıp kraliyet, zenginlik ve dinle eş tutulur hale geldi? Selçuk’taki Efes kentinin bu durumda hatırı sayılır bir rolü var. 431 yılında buradaki konsey, Hz. Meryem’in resmedilmesine izin verdi. O ilk tasvirlerde Meryem Ana’nın omuzlarına ne renk bir şal örtülmüştü dersiniz? Mavi tabii… Meryem Ana ile beraber barış, erdem ve otoritenin sembolüne dönüşen mavi, sanayileşmeyle birlikte resmi üniformalara taşındı. Bir vakitler çivitotunun gübreyle karıştırılmasıyla elde edilen mavi kumaş boyası, 1950’lerde blue jean ile her yerdeydi.

Doğada mavi
O BİR İLÜZYON

Dünyamıza “mavi gezegen” diyoruz demesine de, aslına bakarsanız onda gördüğümüz maviliğin çoğunu Güneş’ten gelen ışığın kırılması, yansıması ve dağılmasına borçluyuz. Gökyüzü, denizler, okyanuslar neden kırmızı değil de mavi? Çünkü Güneş’in beyaz ışığının içinde saklı mavi renk, kısa dalga boyu sayesinde atmosfere diğerlerinden daha fazla yayılabiliyor.

Renkler, dalga boyları uzadıkça tembelleşiyorlar. Kısacası mavi oldukça avantajlı. Ya buz mavisi? Cevap, yine ışıkta. Buzullar, buz kütlesinin yoğunluğuna göre tüm renkleri emiyor ve yansıtıyor; mavi hariç. İşte bu yüzden onda sadece “buz mavisi” dediğimiz rengi ve yer yer turkuvazı görüyoruz.

Buz gerçekten de mavi mi? Hayır. Buzun ışığı emmesi ve yansıtması sonucu, onu maviymiş gibi görüyoruz.

Doğada mavi renk pigment üreten tek bir omurgalı bile yok. Omurgasızlar arasında ise mavi pigment ürettiği bilinen tek canlı nessaea kelebeği, ki onun da bunu neden ve nasıl yaptığı henüz bilinmiyor. Ya şu emojisi bile olan parlak mavi morpho kelebeği? Hayır, o da mavi pigment üretemiyor. Sırrı şu: Kanadının yüzeyindeki transparan yapı, ışığı yansıtarak ona inanılmaz güzellikte bir mavi renk veriyor. Şeffaf yüzeyin altında ise gri ve kahverengi tonları var. Görkemli tavuskuşları, sümbül ara papağanları, zehirli ok kurbağaları da öyle; ya derileri, ya da tüyleri mavi ışığı yansıtıyor. Yani gerçekte mavi değiller.

Nessaea kelebeği, omurgasızlar arasında mavi pigment ürettiği bilinen tek tür. Foto: Didier Descouens – Own work, CC BY-SA 4.0, commons.wikimedia.org
Tavuskuşları aslında mavi renkte değiller; tüyleri mavi ışığı yansıttığı için gözlerimiz onları bu renkte algılıyor.

O şarkılara, şiirlere konu olmuş mavi gözlerde bile mavi pigment yok. Bütün olay, gözün iç yapısına bağlı olarak ışığın ne kadarını geri yansıtabildiğinde.

California Teknoloji Enstitüsü’nden Radwanul Hasan Siddique, “Mavi, doğadaki bütün renklerden daha parlak. Farklı görünmek istiyorsanız bu bir artıdır” diyor. Farklı görünmek isteyen birileri varsa, onlar kesinlikle ostrakodlar olmalı. Maldivler’in, Japonya’nın geceleri mavi mavi parlayan kumsallarından hatırlarsınız onları. 1 mm uzunluğundaki bu deniz canlıları, 1 dakikaya kadar mavi, fosforlu bir ışık yayabiliyor. Tahminlere göre bu onların avlarını tavlama, yırtıcıları aldatma ve eş bulma yöntemi.

Japonya’nın Okayama sahilinde ostrakodlar, mavi ışık şovlarını (biyolüminesans) gerçekleştiriyor.

Bitkiler dünyasında da durum farklı değil, mavi sadece yüzeysel bir renk. Meksika’nın mavi mısırı, ya da ortancalar bile mavi renklerini, kırmızı renk pigmentini yaratan antosiyanin üreterek elde ediyorlar.

Sanatta mavi
ÇÖL ADAMLARINDAN ÇÖL SANATÇILARINA

Afrika’nın kuzey ve batısında yaşayan Tuareg’lerde erkekler, kadınların ve yabancıların yanında yüzlerini ingido rengi (çivit mavisi) türbanlarla örtüyor. Geleneksel kıyafetleri ve türbanları, ciltlerini de koyu maviye boyadığı için onlara “Sahra’nın mavi adamları” deniyor. Tuareg’lere göre mavi onları sadece kumdan değil, şeytandan da koruyor.

“Mavi adamlar” lakaplı Tuareg’ler, Mali’de bir çöl festivalinde (2012) / Fotoğraf: Tomer T / Wikipedia

Tuareg’lerin uğur niyetine yüzüne gözüne doladığı mavi, bir zamanlar Batı Afrika’da ölüm ve yasla eş tutuluyor, cenaze törenlerinde herkes indigo rengine bürünüyordu. Afrika’dan Atlantik’in öbür yakasına götürülüp pamuk tarlalarında zorla çalıştırıldıklarında, dudaklarından ağıtları andıran üzgün mırıltılar dökülüyordu. Bu derin melankoliden doğan Afro-Amerikalı bebeğin ismi “blues” oldu. 19’uncu yüzyılın sonunda doğan tür, Afrika müziğini Amerikan folk’uyla buluşturuyor ve hüznü maviyle yan yana koyuyordu. (İngilizce’de “blue”, “mavi” demek. “Blues”un anlamı ise “hüzün”.)


Derin melankoliden doğan Afro-Amerikalı bir bebek: Blues.

Ressamlar cephesinde ise mavinin uzun bir geçmişi var. Onların maviyi diledikleri gibi kullanmak için birkaç yüzyıl beklemesi, modern üretim tekniklerinin gelişmesi ve mavi boyanın yaygınlaşıp ucuzlaması gerekecekti. Ortaçağ ve Rönesans boyunca ressamların parlak bir mavi kullanmak için tek alternatifleri, lacivert taşından elde edilen pahalı boyaydı. Onu da genellikle Meryem Ana figürünü boyamak için kullanıyorlardı.

1900’lerin başında ise Pablo Picasso’nun böyle dertleri yoktu. Onun derdi, parasızlık ve kederdi. Yakın arkadaşı Carlos intihar edince, derin bir suçluluk duygusu ve elem içinde tuvalinin karşısına geçti ve bugün paha biçilemeyen Mavi Dönem eserlerini üretmeye başladı. Derdinin rengi mavi, figürleri ise fahişeler, dilenciler ve berduşlardı.

Picasso’nun Mavi Dönem’inden.

1907’de, birkaç kâğıt parçasını mavi guajla boyayarak yarattığı Mavi Çıplak ile çağdaş sanata bir başyapıt hediye eden Fransız ressam Henri Matisse de maviye düşkündü, ama en parlak, en canlı tonlarına. Depresyon ona “uygun” değildi. Neden maviyi seçti? Sanat tarihçileri bile bunu bilmiyor.

1950’lerde geldiğimizde ise bir başka Fransız; Yves Klein renk kartelasına muhteşem bir ton hediye etti: International Klein Blue (IKB), yani Uluslararası Klein Mavisi. Fonda kemanların çaldığı bir odada çıplak modellerini maviye boyuyor, sonra da onları fırça gibi kullanarak sanat çevrelerine küçük dillerini yutturuyordu.

Matisse’in Mavi Çıplak serisinden.
Yves Klein

Çöl ile başlamıştık, yine çöl ile bitirelim… Bu kez kahramanımız, çölü maviye boyayan bir adam; Belçikalı Jean Verame. Her şey, Mısır’da Sina Dağı civarında, St. Catherine kasabası yakınlarında yarattığı Mavi Çöl ile başladı. 1979’da imzalanan Mısır-İsrail Barış Anlaşması’ndan sonra, Verame iki yıl boyunca, çöl güneşinin altında dev granit bloklarını Birleşmiş Milletler’in karşıladığı 10 ton mavi boya ile boyadı. Bu çarpıcı bir serinin ilk halkasıydı. Benzerlerini Fas ve Çad’da da yarattı.

Jean Verame, Trafaout, Fas

Kültürde mavi
MAVİ KENTLER

Kendisini Fas’ta, Rif Dağları’nın eteklerine kurulu Şafşavan şehrinde bulan biri, ilk olarak şu soruyu sorar: “Neden her yer mavi?” Fakat bu haklı sorunun cevabını kurcalamaya başladığında, kendini bir Müslüman-Yahudi geriliminin kucağında bulabilir! Şöyle ki; şehrin mavi rengi almasının 1492’de, şehre Yahudilerin geldiği dönemde başladığı, 1930’larda yeni Yahudi göçmenler ile mavi evlerin arttığı belirtiliyor. (Yahudiler gökyüzünü andırdığı ve onlara Tanrı’yı hatırlattığı için evlerini maviye boyuyorlar.) Buna çok itibar etmeyen diğer varsayım, mavinin sivrisinekleri uzak tuttuğu fikrine dayanıyor. Orta yolu bulmaya çalışan üçüncü varsayıma göre, Yahudi mahallesi malum sebeplerle mavi bir renk aldı, bunun sivrisinekleri azalttığı görülünce şehrin diğer kısımları da aynı renge boyandı. Dördüncü varsayım, “mavi evleri serin tutar” mantığına dayalı. Bugünün en geçerli varsayımı ise turizm.

Benzer bir teori bereketi de Hindistan’ın Jodhpur şehrinde yaşanıyor. 16’ncı yüzyıldan kalma, 10 km uzunluğundaki surların dışında uzanan etkileyici şehir neden mavi? Dünyayı kurtarmak için zehir içen ve maviye dönen Hindu Tanrısı Şiva sebebiyle mi? Vaktiyle bu evlerde yaşayan din adamlarının sosyal statüsünü göstermesi için mi? Yoksa sadece bir “karıncasavar” olduğu ve serinlik verdiği için mi?

Şafşavan, Fas
Tanrı Şiva

Çok da uzaklaşmaya gerek yok belki. Zira bu şehirler maviye boyanırken, Osmanlı çini sanatında da yeni bir dönem açılıyordu. Mavi-beyaz teknik geliştirilmiş, saray nakkaşlarının elinden çıkan desenler İznik atölyelerinde hayat bulmaya başlamıştı. O çinileri görmek için Topkapı Sarayı’na bir ziyaret yeterli. 1600’lerin başında yapılan Sultanahmet Camisi’nin de çinileri nedeniyle “Mavi Cami” olarak anıldığını hatırlatalım.

Fakat söz konusu mavi-beyaz porselenler ise kimse Çinlilerin eline su dökemez. Ama onları seramik formunda mimariye en iyi uyarlayanlar kuşkusuz Portekizliler. “Azulejo” denilen seramiklerinin isimlerini Portekizce’deki “azul” (mavi) kelimesinden aldığı, ama aslında Arapça orijinli olduğu (az-zulayj/cilalanmış taş) düşünülüyor. Efsanevi güzellikte örnekleri Lizbon ve Porto’da (müzelerde, manastırlarda, saraylarda ve tabii ki Ulusal Seramik Müzesi’nde).

Topkapı Sarayı
Portekiz’in Porto şehrinde, Capela das Almas’ın mavi-beyaz seramik kaplı muhteşem dış cephesi.

Biraz daha yakınlara geldiğimizde ise karşımıza bir vakitler Avrupalı bohemlerin gözdesi olan Tunus’taki Sidi Bou Saïd çıkıyor. Doğu çizgileri taşıyan bir Yunan adasını andıran kasabaya mavi-beyaz temasını bir Fransız; 1920’lerde bölgeye yerleşen ressam, müzikolog ve baron Rodolphe D’erlangervermiş. Colette, Simone de Beauvoir, André Gide, Henri Matisse gibi yazar ve ressamlara da ilham veren kasaba bir turist mıknatısı.

NOT: Bu yazı ilk olarak Tempo Travel dergisinde, Renklerin Serüveni dizisi kapsamında yayımlanmıştır.