Karanlıkta Ayasofya

Ayasofya’nın muazzam kubbesinin zeminden yüksekliği 55.60 metre,
çapı ise 30-31 metre civarında. Fotoğraf: Gökhan Tan

TEMPO TRAVEL (İLKBAHAR 2018) – Gişe kuyruklarının, gürültücü turist gruplarının olmadığı, boş ve sessiz bir Ayasofya hayal değil. “Müzede bir gece” turlarına Ayasofya’nın şöhretli kedileri ve kuşları da eşlik ediyor.

Saat akşamın 7’si, karanlık henüz çökmüş. Siniri tepesinde bir yağmur bulutu, hıncını İstanbul’un en eski tepesinden, Sultanahmet civarından çıkarmakla meşgul. Ama yağmurun gevezeliği Ayasofya’nın kalın duvarlarını geçemiyor. Sadece rüzgâr… Loş koridorlardan hayalet gibi süzülüp duvarlardaki panoları şöyle bir zıplatıyor yerinden. İçeride bir yerlerde uyuklayan güvercinler uçuşmaya başlıyor. Sonra da müzenin şöhretli kedileri, kuyrukları havada, karşılama törenine katılıyor.

“Geceleyin buranın sahibi kuşlar ve kediler” diye açıklıyor FEST Travel rehberi Yıldırım Büktel. Kedilerden şaşı, hafif tombik tekirin ismi Gli. 2009’da, dönemin ABD Başkanı  Barack Obama tarafından sevildi sevileli kendi çapında bir şöhret. Bir bakıyorsunuz Doğu Roma imparatorlarının taç giydiği yere çöreklenmiş, bir bakıyorsunuz müezzin mahfiline kıvrılmış. Müze demirbaşından farksız; Ayasofya Kültür Envanteri’ne bile girmiş. Onun gibi doğma büyüme Ayasofyalı kedilerin soylarının Bizans’a kadar uzandığı yönünde bir görüş var. Ayasofya Müzesi’nin eski Başkanı Prof. Dr. Haluk Dursun da onları “Ketus Bizantekus” diye severmiş.

Hadi burası onların evi de, peki biz bu saatte Ayasofya’da ne arıyoruz? Duymuş olmalısınız; Ayasofya’nın kapıları bir süredir A grubu seyahat acenteleri için akşam saatlerinde açılıyor. Yaklaşık 1.5 saat içinde müzeyi rehber ve görevliler eşliğinde geziyor; yüzyıllarca iki dine mabet olmuş efsanevi yapıyı, kalabalık ve uğultu olmadan sakin sakin dolaşıyorsunuz. Bu sırada kulaklığınızdan size rehberin cümleleri eşlik ediyor.

Obama onu sevince şöhret oldu. İsmi, Gli. Instagram hesabı bile var: @hagiasophiacat. GETTY IMAGES TURKEY / FENG WEI

“BURAYI 300 KEZ GEZDİM, HÂLÂ ETKİLENİYORUM”

Murat Belge, İstanbul âşıklarının kaynak kitaplarından İstanbul Gezi Rehberi’nde Ayasofya’nın çarpıcılığını şöyle tarif ediyor:

“Narteksten (koridor) nefe (ana salon) girdiğimizde, sanırım loşluk ve pek çok pencereden süzülen ışık hepimizin ilk ve sarsıcı izlenimini oluşturur. Ayrıntılar yavaş yavaş seçilir hale gelir. Kubbe ve yarım kubbeler, kasnaktaki kırk pencere, yarım kubbelerdeki, duvarlardaki pencereler. Arka planları daha da mistik bir loşluğa bürünen kolonadlar. Yukarıdan sarkıtılmış muazzam kandiller, kenarlardaki küpler vb. sırayla görüş alanına girer.”

Bizim izlenimimiz bir yönüyle bu tariften farklı tabii. Çünkü akşam vakti Ayasofya günün canlı ışığından, onlarca pencereden içeri süzülen huzmelerin ışıklı oyunundan yoksun. Ama bu onu daha az cazip kılmıyor, aksine başka türlü bir çekiciliğe ve mahremiyete bürüyor. Bu saatlerde o penceresiz iç koridoru aydınlatmak tam bir mesele; muazzam avizeler bile karanlığı kırmakta kifayetsiz kalıyor. Ana salonda ise aydınlatma görevini daha da çok avize devralıyor. 1849 yılında Fossati Kardeşler’in Ayasofya’da yaptığı kapsamlı onarımdan bugüne gelmiş avizelerde artık yağ kandilleri değil, LED ampuller kullanılıyor. Yerden 55 metre yükseklikteki efsanevi kubbenin altı da işte onların sarı loş ışığıyla yıkanıyor.

Akşam vakti iç koridoru aydınlatmak tam bir mesele; muazzam avizeler bile karanlığı kırmakta kifayetsiz kalıyor. Foto: GETTY IMAGES TURKEY / NICOLO SERTORIO

Kubbe bildiğiniz gibi; gündüz olduğu gibi gece de nefes kesmeye muktedir. “Burayı 300-400 kez gördüm, hâlâ etkileniyorum” diyerek, hayretle yukarıya bakan bizlerin duygularına tercüman oluyor 32 yıllık rehber Büktel. Peki, ya 1500 yıl önce ona ilk kez bakan Doğu Roma imparatoru ne hissetmişti? Devam ediyor: “537 yılında İmparator İustinianos, Ayasofya’nın kapısından girdi, bakışları kubbeye doğru yükseldi. Kubbenin altına kadar yürüdü. O an kendisini engelleyemeyerek, ‘Süleyman, seni geçtim’ dedi.” Süleyman peygamberi ve namı dünyaya yayılmış Kudüs’teki efsanevi tapınağı kastediyordu.

Ayasofya’nın girişi. Rehber Yıldırım Büktel anlatıyor. Foto: Gökhan Tan

MİSTİK IŞIĞIN SEBEBİ NE?

Bir devrin çoktanrılı Roma’sının, tek tanrılı yeni dinine hediye ettiği Ayasofya, insanoğlunun matematik, geometri ve fizik alanındaki binlerce yıllık bilgi birikiminin cisimleşmiş haliydi. Evet, Mısır’da Piramitler ve Roma’da Pantheon çoktan inşa edilmişti, ama insanoğlu ilk kez bu hacimde bir kubbe yapabilmiş ve onu yuvarlak değil, dört köşeli bir yapının üstüne oturtabilmişti. Mimari açıdan bu öyle hayret verici bir şeydi ki, kubbeyi, iki yanına resmedilen Serafim meleklerinin taşıdığına inanılıyordu.

Ayasofya bir başyapıttı. Kubbesi, Rodos toprağından hafif ve sağlam tuğlalarla yapılmış, duvarları damarlı mermerler ve taş levhalarla kaplanmıştı. Bugün eskilikten yüzeyi aşınmış, kenarları yuvarlanmış beyaz mermerleri Marmara, yeşil somakiler Eğriboz Adası’ndan, pembe mermerler Afyon’dan ve sarıları da Kuzey Afrika’dan getirilmişti. Ayasofya’da ışığı en fazla yansıtan yüzey de işte bu mermerlerle kaplı zemin.

Washington Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehlika İnanıcı, Marmara mermerinin, süt beyazı rengi ve yüzey parlaklığı ile ışığı en fazla yayan ve yansıtan mermer olduğunu yazıyor. Dikey yüzeylerde kullanılan koyu renkli mermerler ise ışığı büyük ölçüde emerek, bina içinde güçlü bir kontrast yaratıyor. “(Bu) kontrast, Ayasofya’da hâkim olan dramatik, şiirsel, büyülü ve mistik ışığın arkasındaki fiziksel fenomen” diyor İnanıcı.

Ayasofya’nın üzerine akşam çökerken… Foto: GETTY IMAGES TURKEY / SALVATOR BARKI

BUGÜN NEDEN MÜZE?

Fakat mermerlerden daha mühim olan; dünyanın en önemli pagan anıtlarının taş blok ve sütunlarının bir Hıristiyan mabedinin içine yerleştirilmesiydi. Ayasofya’nın inşasında Aspendos, Efes, Baalbek, Tarsus şehirlerinin kalıntıları da kullanılmıştı. Bir tür sembolizmdi bu; eski inanç, yeni inancın hizmetine alınmış oluyordu böylece.

Ayasofya 916 yıl boyunca kilise olarak kullanıldı. Doğu Roma imparatorları burada taç giydi. 1453’te Fatih İstanbul’u fethettikten kısa süre sonra da camiye çevrildi. “O çağın ideolojik koşullarında bu değişim bir saygı jesti olarak anlaşılmalıdır. Kitaba ve tek Tanrı’ya inanan insanların yaptığı bu büyük ve güzel binayı, aynı Tanrı’ya biraz farklı biçimde inanan Müslüman Türkler de en görkemli ibadethaneleri olarak benimsediler” diyor Belge, yine İstanbul Gezi Rehberi’nde. 482 yıl da böyle geçiyor. Bu dönemde tasvirler kaldırıldı, resim ve mozaiklerin üstüne badana çekildi (bu bir nevi korumaydı), ancak ikonalar tahrip edilmedi. Dışarıya, bazıları Mimar Sinan yapımı minareler eklendi ve içerisi mihrap, minber, mahfil gibi İslami ögelerle bezendi.

Bugünkü Ayasofya, Hıristiyanlık, İslamiyet ve pagan mirasının iç içe geçtiği eşi benzeri olmayan bir yapı. Dev kubbesine baktığınızda, İustinianos dönemi mozaikleri ile Nur Suresi’nin 35’inci ayetini yan yana görüyorsunuz. Sonra başınızı indiriyor ve bir pagan tapınağının sütunuyla göz göze geliyorsunuz. Ayasofya artık bir mabedin ötesinde; o bir kültür anıtı kuşkusuz. Bu nedenlerle 1935’te, Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu’nun kararıyla müzeye dönüştürüldü.

“1500 yıllık Ayasofya’yı 1.5 saate sığdırmak zor” diye başlamıştı rehberimiz, öyle de bitiriyor. Hakkı var. Burada her detay başka bir devri, başka bir İstanbul’u anlatıyor. Ve o detaylar gece, ya da gündüz sizi bekliyor.

TURA KATILMAK İÇİN: Biz, bu dünyaya FEST Travel’ın “Ayasofya’da Bir Gece” turu kapsamında tanık olduk. Müze, en az 50 kişinin katılımını şart koşuyor. Tura maksimum 70 kişi kabul ediliyor. FEST Travel, 50 kişilik gruplar için özel program yapabiliyor. Herkese açık turlar için ise günlerin kısaldığı sonbahar-kış dönemi tercih ediliyor. Ayasofya’ya gün içinde giriş ücreti 40 TL. Bizim katıldığımız rehberli akşam turunun fiyatı 250 TL idi. (Fiyat bilgileri güncellenmemiştir.)

Foto: GETTY IMAGES TURKEY / JAMES REEVE

İskelesiz bir Ayasofya mümkün mü?

Ayasofya’yı gezenler bilir; o muhteşem kubbenİn altında her daim bir çelik iskele bulunur. Ayasofya’nın iskelelerle imtihanı günümüze özgü değil aslında, yapıldı yapılalı sürüyor. Depremler, çatlaklar, su sızıntıları derken bu dev yapıyı ayakta tutabilmek her zaman bir mesele olmuş. Günümüzde, ödenek yetersizliği yüzünden iskelenin aynı noktayı haddinden fazla işgal ettiği de oluyor, tam ona ihtiyaç duyulduğunda ortalıkta olmadığı da… Şöyle anlatalım: İstanbul, 2010 Kültür Başkenti ilan edilince Kültür Bakanlığı “iskeleyi kaldırın” talimatı veriyor. İskele Ayasofya’ya veda ediyor, ama bu kez duvarların sıvaları dökülmeye, içeriye yağmur suları sızmaya başlıyor. Üç yıl sonra da iskele mecburen geri dönüyor. Teknoloji çağında bile durum maalesef bu. Bizim meşhur iskele şu anda ne mi yapıyor? “İç yüzeylerin acil müdahale işleri” nedeniyle sol tarafı baştan ayağa işgal etmekle meşgul.

Notre Dame 170 yılda, Ayasofya 5 yılda yapıldı. Peki, nasıl?

Ayasofya’nın yapım hızı inanılmaz: 5 yıl 10 ay. Henüz 500’lü yıllardan söz ettiğimiz için bu, gerçekten de olağanüstü bir hız. Düşünün; Paris’te, Ayasofya’dan 600 küsur yıl sonra yapımına başlanan gotik şaheser Notre Dame Katedrali’nin tamamlanması bile 170 yıl sürdü. Peki, bu nasıl mümkün olabildi? Kilisenin yapımı için matematikçi Tralles’li Anthemios ile geometri bilgini Miletos’lu İsidoros görevlendirildi. Bu iki mimar ile birlikte 100 mimar ve her mimarın emrinde 100 işçi çalıştı. Dünyanın 8’inci harikası işte böyle ortaya çıktı.

Şununla etiketlendi: